Kürt edebiyatı sanatı ve kültürü alanında yıllardır ciddi bir yağmalama yaşanmaktadır. Kürtle're ait hemen ne varsa başkaları tarafından ya tahrif edilmekte;ya da özünden yalıtlanarak, başkaları, sahiplenilmektedir. Mem u Zin den tutun da Ferhat ile Şirin e, Leyla ile Mecnun a, Evdalê Zeynikê den Siyabend u Xecê ye kadar, bir çok edebi yapıt bu yağmalamalardan nasibini almıştır. Egemenlerin yaptığı tahrifat ve talan anlaşılır bir şey. İlgili ilgisiz kimi Türk sanatçıların yaptıklarını da anlaşılır bulurum. Ancak Kürt kökenli kişilerin bu alandaki yozlaştırıcı tutumları bağışlanır gibi değildir. Kürt edebiyatçı ve sanatçılarının herkesten önce kendi ürünlerine sahip çıkarak, onların otantik ve naturel yanlarını koruyup geliştirmesi gerekir.
Kürt edebiyatının efsanevi adı Ehmedê Xanê; tarihte 2500 beyitlik aruz vezni ile hazırladığı DIWAN' ı ile, tüm zamanların en iyi şairi unvanına sahip Melayê Ciziri, qadim Kürt şairleri Eli Heriri ile Baba Tahir ve Şiirleri ile kuşları bile konuşturan, halkın gönlündeki tahtı hala süren Feqiyê Teyran'nın; Kürt şiirinin ve edebiyatının ulusal karekterlerine örnek teşkil eden eserlerini okuyup inceleyen her kes, şiir ve edebiyata ilişkin olarak yeter bir bilgiye sahip olabilir.
Kürt edebiyatına esas teşkil eden iki önemli öğe vardır. Birincisi sürgün (Xeribi) ikincisi de kuşkusuz, Dengbêjler. Dengbêjler sayesindedir ki, yıllardır sürdürülen asimilasyoncu politikalara rağmen, Kürt müziği, Kürt deyişleri ve şiirleri kuşaktan kuşağa uzanabilmiştir. Bu gün Kürtlerin ayakta kalmış olmasında müzik ve folklorun önemi yadsınamaz. Yazılı edebiyatın yasaklı oluşu ve yazılı eserlerin yeter oranda yaratılamaması karşısında sözlü Kürt edebiyatı edebiyatın tüm sorumluluklarını omuzlamış ve Kürt Kültür ve Edebiyat ürünlerini bu günlere kadar taşıyarak getirmiştir. Bu yüzden müzik şiir ve edebiyat sözlü edebiyat elçileri olan Dengbêjlere çok şey borçludur. Hangi eserin ne kadar aslına bağlı kalıp kalmadığını öğrenmek için, onları, Dengbêjlerle ve klasik edebi ürünlerle kıyaslamak, karşılaştırmak yeterli gelir.
Mem u Zin oyunlaştırılacaksa önce aslından yani Kürtçesinden oyunlaştırılması gerekir. Bu konuda MKM tiyatro bölümünü kutluyorum. Çünkü bu efsanenin önce sahipleri tarafından kendi dilleri ile seyredilmesi en doğal olanıdır. Kürtçeden başka dillere çeviri yapmak; başka dillerden Kürtçeye çeviri yapmak da bir edebi çalışmadır ve gereklidir. Ama, Kürt kökenli bir eseri, Kürtçe düşünüp Türkçe yazmak ya da Türkçe düşünerek bir eseri Kürtçe yazmak ne kadar anlamlı olabilir ki? Mem u Zin, İngilizce'ye de çevrilip İngiltere'de de, bu güzel Kürt eseri sergilenebilir; sergilenmelidir. İdeal olan oyunun Kürtçe oynanmasıdır. Bunu politik kaygılardan ötürü söylemiyorum. Temel bir gereksinme olduğu için söylüyorum. En azından, yapımcı ya da yazar, oyunun orijinal dili ile oynanması konusunda ısrarcı olmalıdır.
Ama ticari kaygılar, sanırım ki büyük oranda, Kürt kültür ve sanat eserlerinin, kendi kimliğinde arz edilmesini önlüyor. Deyim yerinde ise, hala Kürtlere ait kültürel ve sanatsal etkinlikler örtülü bir cezalandırma süreci yaşıyor. Medya ve basın çevreleri kapılarını kapalı tutmakta, yapımcılar, bu alandaki projelere sırtını çevirmektedir. Ortaya çıkan eserin kalitesini ise, hiç kimse, tartışma ve eleştirme gereğini bile duymamaktadır. Edebi ve sanatsal eserlerin çeviri ve uyarlama, telafuz ve dilin özeliklerini koruyup korumadığı konusu, bunca hezimet arasında, akla bile gelmemektedir.
Kaldı ki, şarkılara konu olan şiirlerin çevirisi de ayrı bir sorun. Kimi edebiyatçılar, hala şiiri çevirmekle özünden koparıldığı savlarını ileri sürüyor. Keset ve CD lerin Türkçeye çevirme zorunluluğu, hangi yasal gerekçelere dayanıyor. Örneğin, Mem u Zin şiirsel bir destan. Bu değerli Kürt eseri, geçmişte, film yapıldı. Türkçe olarak gösterime sunuldu. Mem u Zin, ilk mısrasından son mısrasına dek birbiri ile uyaklı olan yüzlerce sayfayı kapsayan bir destan. Onu oyun yapacak kişinin en azından aslını, yani Kürtçesini okuyup anlaması zorunlu değil midir. Kulaktan dolma bilgilerle bir eseri oyunlaştırmak ne derece doğru olur. Ya da bu şekilde hazırlanmış bir oyun, ne derece beğeni toplar. Böylesi yapımlar, yapılacaksa, temel dokularına ve özlerine sadık kalmak gerekir.
Şiir tercümesi her iki dili de iyi derece bilmeyi zorunlu kılar. Mem u Zin in Türkçe çevirisi Mehmet Bozarslan tarafından yapıldı. Bu tercüme için diyecek bir şey yok. Çünkü Hocamız her iki dile de vakıf ve Arap alfabesini de iyi derece biliyor. Bu tercümede, gözden kaçırdığı bir şey olduğunu sanmıyorum. Bu eseri oyunlaştırmak için en azından, Hoca ile diyalog içinde olmak gereklidir. Dahası etik olan da budur.
Türkiye'de Kürt kimliğine özgü hemen her şeye, bir güvenlik sorunu olarak bakan resmi anlayış, henüz sürüyor. Bu tutum giderek topluma yayılıyor ve kuşkusuz, son derece olumsuz sonuçlara neden oluyor. Dolayısı ile bu durum güvenlik sorunu gibi sunulduğundan, yapımcılar, sponsorlar, TV kanalları, prodöktürler ve organizatörler ilgisiz kalıyor. Devlet, sözüm ona Kürtçe yasağını kaldırmış olsa dahi, yukarıdaki olumsuz tablo yüzünden, Kürt müziği, tabana yayılma araçlarını ve fırsatlarını bulamıyor. Oysak ki, devletin kendisi, bu tıkalı kanalların açılması konusunda adım atmak zorundadır. Tersine durumlar, Kürt renklerinin kaybolmasını hızlandırmaktadır.
Konserlerde ve kimi etkinliklerde, sanatçılardan güvenlik güçlerinin istediği ve zorunlu koştuğu kimi evraklar, (ikametgah, sabıka kaydı ve nüfus kayıt örneği gibi) hangi yasal dayanağa sahip belli değil. Eğer gerçekten böyle bir yasa ya da yönetmelik varsa ve bu sadece Kürt sanatçılara uygulanıyorsa, bu açık bir ayırımcılıktır. Kültürel ve sanatsal hakların kullanılabilmesine ilişkin AB yasaları, açıkça ihlal edilmekte dir. Hiçbir engel olmadığı halde hala Ulusal Radyo ve Televizyonların, Kürtçe müziklere ve kültürel ve edebi progrmlara yer vermeyişi düşündürücüdür. Devletin TRT si yer verdiği halde, acaba özel TV'ler neden bu tür programlara yer vermiyor, anlaşılır gibi değil. Bu anayasanın eşitlik ilkeleri ile bağdaşıyor mu?
Yazılı medyanın tutumu da görsel medyadan farklı değil. Kürtlere ilişkin bir habere yer verebilmeleri için, haberin ya şövenizmi körüklüyor olması ya da, sansasyonel olması gerekir. Kültür ve sanat ekleri ve sayfaları, Kürt cephesine adeta kapalı gibi. Keza, kamu kurum ve kuruluşları da, hiçbir etkinlikte Kürt kültür ve sanat ürünlerine yer vermiyor. Oysaki Kürt nüfus artık, Türkiye'nin her yerine yayılmış bulunuyor. Kürt kimlikli insanların kendi kültürel ve sanatsal değerleri ile buluşması, bu haklarından yoksun bırakılmaması en temel insani haklardandır. Üniverisitelerin kültür ve sanat dallarında, Kürt kültür ve sanatına ilişkin araştırmaların yapılamaması, bu kimliğin hala akademik tutsaklıktan kurtulamamış olduğunu göstermektedir. Oysaki sanatın birleştirici ve yakınlaştırıcı bir etkisi vardır. Farklı toplumsal kesimlere özgü etnik müzikler, etniseleri birbiri ile kaynaştırır ve kucaklaştırır. Bu böyle bilindiği halde, her nedense, Kürtçeye hala tehlikeli gözlerle bakılmaktadır. Kültür ve sanat merkezi durumundaki kimi metropollerde, dünyanın bir çok müzik etkinliklerine olanak ve fırsat verildiği halde, Kürt müziğine böyle olanaklar sunulmamaktadır.
Kültür ve sanat alanında var olan kurum ve kuruluşlar, özlük haklar, telif hakları ve öteki işlevleri konusunda Kürt sanatı, müziği ve müzisiyenlerini koruyan ve kollayan bir yapıda değildir. Kültür Bakanlığı, TRT, Genel Kurmay ve öteki kimi devlet kurumlarının arşivlerinde hala saklı duran Kürt kültür ve sanat ürünleri, arşiv ve kayıtların halkın ve sanatçıların istifadesine sunulmuyor olması, ayrıca düşündürücü bir şeydir. Kürt folklor ve sanat ürünlerini hala arşivlerden indirmeyen bir anlayışın, Kürt kimliğini tanıyoruz demesi samimiyetten uzaktır.
Son dönemlerde, sinema ve TV kanallarındaki ağalı beyli film ve dizi furyası hala devam ediyor. Kürt sosyal yaşamını rencide eden, gerçeklerle ilgisi olmayan bu düzmece senaryolar etik değerlerden de yoksun olduğu halde, ne sosyolog ne de psikologların bu yozlaştırma karşısında hiç sesi çıkmıyor. Çünkü sorun Kürtler olunca, sular duruyor ve hala riskli gibi algılanıyor. Bunda devletin kusuru büyüktür. Devlet hiçbir alanda güvence sunmadığı için, hoşgörü doğmuyor. Hayatı boyunca hiç lutf edip bir kez dahi bölgeye gitmemiş olan birilerinin bölge yaşamını nesnel olarak yazması mümkün müdür. Hatta bu bayların büyük bir kısmı metropollerde, lebiderya evlerinde oturarak kulaktan dolma yalan yanlış şeyler yazıp, reyting kaygılarını da gözden ırak tutmamaya özen gösterdiği, çekimler esnasında dahi, alan incelemesine bile gerek duymadığını biliyoruz. Ama her ne hikmetse, Kürtçe isimler ve de jenerik müzikler sıkça kullanılıyor. Sanki Kürtçe müzik salt "Lêlê ve Lolo" dan ibaretmiş gibi, bir ikide Kürtçe söyleyen kişiyi ses varyantları ile bu konsepte dahil etmek sureti ile yapılan filmler, Kürt değerlerini yağma ve aşağılamadan başka bir şey değildir.
Kürtleri hep eşkıya, soyguncu, yol kesen, kabadayı, mafya, hırsız, kuyruklu, pis, görgüsüz vb. gibi gösteren anlayış yeni değil. Bu hep yapıldı ve ne yazık bu gün gelinen noktada da hala yapılıyor. Gerçek sosyal kesitlere ilişkin görüntü ve söylemlerden özenle kaçınılıyor. Mardin'de ne ahşap evler var ne de lüks jipli, adam kesen, döven toprak ağaları. Çatalca'da kurulan film platoları, yöreyi nasıl ifade edebilir ki?. Keza bu düzeysiz ve de yalancı dizilerde kullanılan dil ve lehçeler, abartılmış olan yarı feodal ilişkiler, alay konusu edilmiş gelenek ve görenekler karşısında bu güne dek hemen hiçbir yazar, gazeteci ya da eleştirmen, tek kelime bile yazmadı, olayın gerçek yönünün böyle olmadığına dair konuşmadı. Bu resmi anlayışa biat etmekte tereddüt etmeyen aydınlar, hiç mi Kürt gerçeğini merak etmezler. Yoksa onlarda güvenlik gerekçesi ile mi suskun duruyor? Böyle bir anlayış ve politik duruş karşısında Kürtler nasıl sessiz kalabilir ki?
Bir devlet vatandaşım dediği insanların tarihsel ve toplumsal değerlerine saygılı olmanın yollarını açmaz, onların gelişip serpilmesine olanak tanımazsa, yaşamlarının çağdaş, özgür, eşit ve adil bir duruma gelmesi için gerekli demokratik adımlar atmaz ve, dönüşümler gerçekleştirmez ise, kendi hakları için farklı yöntem ve yollara yönelmiş olan insanlardan şikayet etme hakkına sahip mi dir? Bir devlet nasıl olurda hala ''vatandaşlarına'' bu kadar haksızlık yapabilir? Dahası, bunca haksızlık, yağma, aşağılama ve asimilasyona rağmen, Kürtlerden daha ne tür özveriler isteniyor, anlamak mümkün değil...